26 Ocak 2009 Pazartesi

HANGİMİZ DELİ?

"One Flew Over The Cuckoo's Nest" Üzerine...
Guguk Kuşu


Her şeyin bir nedeni olduğuna inanmak kimi zaman işe yarar. Yaşanmışlıklar ve karşıt fikirlere olan bağlılık başka bir oluşumda hayat bulabilir. Milos Forman’ın Ken Kesey’in kitabından uyarladığı, Türkçeye Guguk Kuşu olarak çevrilen filmine ışık tutabilmek açısından yazarın hayatı oldukça iyi bir referans. “One Flew Over The Cuckoos Nest” in yazarı Ken Kesey, süt fabrikasında çalışmakta olan bir babanın oğluyken burslu olarak Stanford üniversitesinde okuma fırsatını yaratır. 1960 Hippi kuşağının temsilcilerinden olan, üniversite yıllarında para kazanmak için üzerinde lsd ve meskalin gibi uyuşturucu maddelerle ilgili testler yapılmasına izin veren bir kobaydır aynı zamanda. Tabii bir otobüsü boyayıp, içine hippileri doldurarak şehir şehir gezen ve Vietnam yürüyüşlerini organize eden biri olduğunu da es geçmeyelim. Tüm bunlar, filmde anlatılanların yaşanmışlık boyutunu da algılamamıza yardımcı oluyor. Yaşadığı hayata dair uzun uzun söylemleri olan Kesey’in romanı, Milos Forman’ın kamerasında farklı bir şekilde dile geliyor.



Guguk Kuşu, bulunduğu mekana ait olmayan ama her şeye rağmen yaşamaya devam eden bir kuştur. Ken Kesey de yaşadığı mekanlara ait olmayan karakterini McMurphy ile birleştirerek sistemsel eleştirisini ironik bağlamda kaleme alıyor. Milos Forman, cezaevinden kurtulmak için akıl hastası numarası yapan McMurphy’i kariyerine sağlam adımlarla devam edecek olan Jack Nicholson ile perdeye yansıtmış. Aslında tüm karakterlerin temsil ettikleri özellikler var. McMurphy, bazı aksaklıkların farkında olan ve hep birileri için çabalamayı ilke edinen mücadeleci bir ruh. Musluk sahnesinde girdiği iddiayı kaybettikten sonra sarf ettiği “en azından denedim” cümlesiyle de zaten hayata karşı duruşunu kısaca özetlemiş oluyor. Önemli olan her zaman başarılı olmak değildir. Önemli olan yılmamak ve karşıt duruşlara açık olmaktır. Hemşire Ratched ise bizi yöneten, demokrasi kavramının bile aslında bir kandırmacadan ibaret olduğunu fark edemememizi sağlayan en büyük söz sahibi unsur.



Filmin metaforik anlatımındaki evrensellik belki de klasik bir film olabilmesindeki başlıca etken. Akıl hastanesinde başlarda basit görünen bir olay, gittikçe karmaşıklaşan ve kaosu kaçınılmaz kılan olaylar örgüsüne dönüşür. İnsanlık tarihi boyunca hüküm süren esirlik, özgürlük, mücadele gibi kavramlara ışık tutan ve izleyenleri kendi sorumluluklarıyla yüzleştiren bir film Guguk Kuşu. Yönetmen, bu kadar derin bir olayı dört duvar arasına hapsedilmiş akıl hastalarından yola çıkarak anlatırken simgesel yöntemlerin etki alanını da genişletiyor. Hemşirelerin her gün belirli aralıklarla hastalara verdikleri uyuşturucu ilaçlar şüphesiz yazar Kesey’in yaşamış olduğu kobaylık deneyimlerinin psikolojik ve toplumsal dışavurumu. Akıl hastanesinde yaşayanlar seçme şansları olmasına rağmen seçemiyor, kendi tercihleri hakkında fikir sahibi bile olamıyorlar. Çünkü başkaları her zaman onların adına kararlar alıyor. Zamanın hızla ilerlediği, karar vermek için uzun süre düşünmenin bile vakit kaybı olduğu varsayıldığında en kötüsü farkında olup ses çıkarmamak belki de. İşte bu noktada da Şef Bromden karakteri, bizi suskunluğuyla sarsarak izleyici olarak anlatılanları kendi hayatlarımızla paralel bir noktada görmemizi sağlıyor. Ama bunu bizim algılayışımızla doğru orantılı bir şekilde yapıyor. Bromden’in farkındalığını filmin sonuna doğru görmemiz, insanoğlunun tükenme noktasında gözlerinin açıldığına ama yine de kendini susmaya mahkum hissettiğine işaret. Bromden, McMurph’nin bile göremediği bir çok şeyin farkındadır. Deliyi deliye şikayet etmek bir işe yaramaz. Devrim, insanın önce içinde başlayan bir başkalaşma –başkaldırma- sürecidir. Zaten Bromden de bunu fark ettiği için susmanın, boyun eğer gibi görünmenin kendi isyanının bir parçası olarak görür. McMurphy ise acı çeker ve Bromden’e göre en büyük bunalım da onun yaşadığıdır. İşte bu noktada filmin akıl hastanesindeki diğer insanlara karşı göstermelik tedavi çabaları, kendini gerçek bir hastayla baş başa bırakır. McMurphy, tedavi olma noktasına işte şimdi gelmiştir.
1975 yapımı filmin etkileyici anlatımını evrensel söylemine borçlu olmasının yanı sıra sinema tarihinin en sinir bozucu ama oldukça kararlı oyunculuğunu sergileyen Louise Fletcher’ı da unutmamak gerek. Hemşire Ratched ve McMurphy arasında geçen iktidar savaşında birbirinin karşısındaki taraflar arasındaki mücadeleyi Fletcher’ın uyumlu oyunculuğuyla izliyoruz. Danny De Vito, Chiristopher Llyod ve Vincent Schiavelli ise özellikle yüzlerini görmenin mutluluk vesilesi olduğu yan karakterlerden.



Her yönüyle aslında sinemada anarşizmin dozunu ve mütevazılığını sergileyen arşivlik bir film bizi selamlıyor. Aldığı ödülleri de sonuna kadar hak etmesine pek fazla yapılacak bir yorum yok. Peki, her şeyden öte biz neyin farkındayız? Ya da biz de mi susuyoruz? Yoksa yöneten tarafta mıyız? Tüm bu sorular, filmin son sahnesinde daha belirgin bir şekilde ortaya çıkıyor. Milos Forman’ın otuz beş yıl önce Ken Kesey’in kendine dert ettiği toplumsal eleştirilerini anlattığı kitabından yola çıkan hikayesini perdeye taşıması şüphesiz birçoğumuzun sisteme karşı rahatsızlığının olduğunun apaçık göstergesi. Ama 35 yıldır aynı rahatsızlığı yaşıyor ve gelecekte de yaşayacak olmamızdandır ki film hala modern ve sosyolojik bir referans olma özelliğini koruyor.

(25/01/2009)
Görkem (Puan: 100 Üzerinden 85)

Yönetmen: Milos Forman
Senaryo: Bo Goldman, Lawrence Hauben, Ken Kesey(Kitap)
Görüntü Yönetmeni: Haskell Wexler
Müzik: Jack Nitzsche
Oyuncular: Jack Nicholson, Louise Fletcher, William Redfield, Michael Berryman, Peter Brocco, Danny De Vito, Chiristopher Lloyd, Vincent Schiavelli
Yapım: 1975, ABD, 133 dk, Renkli



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder