3 Kasım 2009 Salı

15. GeZiCi FiLm FeStİvAlİ

Festivaller aslında şehirlerin yaşadığına, kanlı canlı karşımızda durduğuna, nefes aldığına işaret ederler. Şu ana kadar ziyaret edebilme şansına ulaştığım İstanbul Film Festivali bunun en somut örneğidir. Az kalsın filmleri izlemeye kıyamadığım anlar bile oldu. Ama bir festival var ki dokunmaya bile korkarsınız incinecek kırılacak diye. Gezici Film Festivali nam-ı diğer Festival on Wheels ten bahsediyorum. Soğuk Ankara kışlarına sakin sakin hazırlık yaparken bana sıcacık bir karşılama yapan bir festivaldir bu. Kahve tadında da diyebiliriz. Jens Lien'in kusursuz kara mizah şaheseri "Sorun Yaratan Adam" la tanışmama vesile olmuş, Pernille Fischer Christensen ile cinsiyet kimliksizliğine inceden bir bakış attırmış, Haneke ile sığ sularda boğulmama neden olmuş, Goddard'ın burjuvazi eleştirisi yaşasın anarşi dedirten "Haftasonu" filmi ile yakın temas kurdurmuş ve Almodovar'ın kriz geçiren kadınlarının içinde sıkışarak 80 lere farklı bir bakış attırmış bir festivaldir bu. Gerçeküstücü kısa filmlere, avrupa panoraması başlıklı kısalara ve çocuklar için özel seçkilere kapılarını açmıştır. Üstelik ücretsiz kısa film gösterimleri sunarak kısa film mantığının daha geniş kitlelere ulaşmasını sağlamıştır. Gezici festival tamamen amatör bir ruha sahiptir. Üniversitede tiyatroyla uğraşırken amatör bir ruhla profesyonel işler çıkarmaya çalışırdık. Bu festivalin de şehir şehir dolaşarak ulaşmaya insanların pek de itibar etmediği yerleri ziyaret etmesi, sinemanın ne demek olduğunu pek de bilmeyen insanlarla buluşmaya çalışması aslında ticari kaygılardan uzaklaşmış amatör bir ruhun savaşı. Savaş diyorum çünkü tam da bu yıl aslında ayakta durmak için her şeye rağmen direndiğini bize gösteriyor. Kars yerel yönetimlerindeki değişimlere paralel Gezici Festival bu yıl Kars'a uğrayamaz oldu. Daha doğrusu uğramaktan öte Kars, bu festivalin ev sahibiydi. Çeşitli seminerler, workshoplar , sinema konuşalım etkinlikleri ve galalara tanıklık etmişti. Bu uzak yolculuğa 15. yıl itibariyle veda etmek üzücü. İşin sanata vurulmuş okkalı bir balta olduğunu söylemek de yetmiyor sonuçta. Tekerlekleri üzerinde gezen festivalimiz kendine ev sahipliği yapacak sıcak bir yuva arayışına girdi. Yıllar önce bana kapılarını açan aile şimdi ıssız kalmaya başlamıştı. Şehirde bir film festivali düzenlemek bir çok şehir için fazla ütopik gelse de bir şehir bu festivale kapılarını açtı. Eveeet bundan sonra yeni mekanımız "Artvin". Hepimize hayırlı uğurlu olsun temennileri eşliğinde festival ruhunun 4 - 10 Aralık'ta Ankara Batı Sinemasında, 11 - 17 Aralıkta Artvin'de ve 18 - 20 Aralık'ta da sınır ötesi Üsküp'te yaşatılacağını hatırlatırım. Batı Sineması bir hayli anı yüklüdür benim için. Perdeleri kapalıydı ancak bu yıl Gezici Festivalle birlikte kapılarını tekrar açıyor. İstanbul'da da Yeni Rüya sineması için çok sevinmiştim. Üç Film Birden hikayesi kapanıp yerine festivallere ev sahipliği yapan bir sinemaya dönüştürülmüştü bu sinema da. Şimdi Batı Sineması da Üç Film birden e mi dönüştürülecek endişeme tam da zamanında, güzel bir darbe indirilerek sanatsal paylaşıma açık hale getirildi. Batı Sineması'nın önünde Titanic için kışın soğukta saatlerce kuyruk beklediğim günü hala unutamam. Eski, anı kokan bir sinemayı daha kaybetmemenin sevincini de buradan paylaşmak istedim.



Gelelim festivalin bu seneki bölümlerine. Festival bu sene "KARŞI" sloganıyla karşılıyor bizi. Karşı olunacak temalar da hazır: Kapitalizm, Savaş, Burjuvazi, Eğitim, Milliyetçilik, Militarizm ve Cinsiyetçilik. Karşı bölümüne ek olarak da bir panel düzenlenecek. "30 Yıl Önce, 30 Yıl Sonra Almanya", "Kısaca Brezilya" ve "Türkiye Sineması 2009" şu an için belli olan diğer seçkiler. Geçen yıl olduğu gibi bu yıl da takip edemeyeceğim ben. İlk göz ağrım diyebilirim bu organizasyon için. Ruhu olan genç bir proje. Takip etmenizi, çevrenizdekilere tavsiye etmenizi, izlediğiniz filmleri bi kenara not etmenizi şiddetle öneririm. Ha unutmadan bir de bu yıl Reha Erdem kitabı çıkıyor Fırat Yücel tarafından hazırlanacak olan. "Kosmos" öncesi Reha Erdem'i de derinlemesine incelemek isteyenler için başucu kitaplarından biri olacaktır kuşkusuz.

1 Kasım 2009 Pazar

KARANLIKTAKİLER

Aslında Issız Adam’ın kimilerine sıcacık gelen kimilerine ise buz gibi bir anlatımsızlık çemberi içinde olan halveti ruhiyesinden henüz kurtulamamışken “Karanlıktakiler” çıkageldi karşımıza. Vicdan azaplarının, Yalnız insanın, idealleri uğruna değerlerinin varlığını unutan insanların kaybolup gitmiş öykülerini anlatmayı yer yer başarılı bir şekilde oturtmuş Çağan Irmak bu sefer de öyle çok fazla çizgisinin sınırlarını zorlamadan psikolojik temelli bir işe girişmiş. Tabii bilindik unsurlarını da kullanmayı göz ardı etmeden. Hatta bu, öyle bir göz ardı etmeme ki filmin neresinde flashbacklerle karşılaşacağınızı artık sıkı bir Çağan Irmak takipçisiyseniz fark edebiliyorsunuz.



Gülseren ve Egemen birbirlerine bağlı olmak zorunda olan ve hayatlarını anı yaşamaya koşullanmış karakterler ama bu anı yaşama felsefesi de aslında bilinçli bir seyirde ilerlemiyor. Unutulan yaşama bağlılık, insanlara ve hatta kendine olan güven eksikliği, yaşamın eksilttiği bu insanları ertesi güne kadar zamanı geçirmeye odaklıyor. Filmin ilk yarısına kadar anne ve oğulun ruh halleri de birbirlerinin hayatlarını zorunlu eksilttikleri gerçeğinden uzak bir tonajda ilerliyor. İzleyene birbirlerinin hayatlarına ne derece etki ettiklerini anlatmaktan uzak evdeki Gülseren’i ve nefes almak için işyerine giden Egemen’i izliyoruz. Film, psikolojik temelini de yine 1980 Türkiye’sinde yaşanan bir olayın sarsıcı bunalımından alıyor. Ancak siyasi kökenli değil. Politik kargaşa etrafında kendi halinde yaşayan Gülseren’in ve olaylara verdiği tutucu tepkiyle ailesinin travması diyelim. Ama tüm bunlar (flashbackler dahil) Çağan Irmak’ın artık yeni kurgusal açılımlara ihtiyacı olduğunun da bir göstergesi. Adım adım hissettiriyor kendini tekrarlama döngüsü. Ancak ve ancak sonuçta yine insani ve gelenekselci duygusal yaklaşımımızı okşayan bir film duruyor karşımızda. Anne – Oğul ilişkisini anlatmakta başarılı bir performans var ki hakkını esirgememek gerek. Ama biz bunu zaten Babam ve Oğlum’da, Issız Adam’da da görmedik mi. Ha bu demek değil ki yeniden görmenin sakıncası var. Tabiî ki yok amma velakin işin içsel kurgusu (ki bunu teknik bazda algılamak gerek) orijinal söylemlerden gayet uzakta.



Oyunculuk gerçekten olağanüstü. Meral Çetinkaya’yı beyazperdede bir Yıldız Kenter edasıyla görmek farklı bir deneyim oldu. Yalnız tekrar amma velakin deme zorunluluğumu devreye sokan bir rahatsızlıkla da karşı karşıya kalmıyor değilim. Aşırı derecede grotesk bir karakter var karşımızda ve Çağan Irmak bana özellikle ev içerisindeki sahnelerde bir tiyatro oyunu izliyormuşum hissi uyandırdı. Sinema oyunculuğunun tiyatrodan ayrıştırılması gerektiği noktalar olduğuna inanırım ama aslında çok çok ince nüanslar da olabiliyor kimi zaman bu ayrımı ortaya koyabilmekte. Filmde ise fazla zorlandığımı söyleyemeyeceğim. Ağdalı bir oyunculuk desem Atıf Yılmaz’ın Arabesk filminde Müjde Ar’ın oyunculuğunu görmezden gelmiş olurum. Ağdalı desek Müjde Ar bize ne olduğunu gösterdi farklı bir tür içerisinde. İyiden iyiye muhteşem bir teatral performans izliyoruz biz Karanlıktakiler’de. Ama işte bu muhteşemlik bir noktadan sonra gözümüzü yormaya başlıyor ve yerini Erdem Akakçe ve Derya Alabora’nın dingin oyunculuklarına bırakıyor.



Final sahnesi itibariyle en akılda kalıcı Çağan Irmak performansı diyerek sözlerimi burada bitiriyor ama bu demek değil ki en iyi ilk üç filminden biri demeyi de ihmal etmeden izleyene gerekli mesajı uçuruyorum.

Yönetmen - Senaryo: Çağan Irmak
Görüntü Yönetmeni: Gökhan Tiryaki
Oyuncular: Meral Çetinkaya, Erdem Akakçe, Derya Alabora, Rıza Akın Yapım: 2009, Türkiye