8 Nisan 2009 Çarşamba

FESTİVAL GÜNLÜĞÜ 1
Hoşgeldiniz: Karşı Kıyıya Geçmek Üzerine...

Festival geldi. Biz de içeriye buyur ettik tabiî ki. Torbasından neler çıkacak diye beklerken festivalin ruhuna yakışır ve ismiyle de dahil edildiği temaya uygun bir film bizi selamladı: Welcome. 28. Uluslararası İstanbul Film Festivali Philippe Lioret’in Fırat ve Derya Ayverdi kardeşlerin de oyunculuklarıyla süslendiği Hoş geldiniz filmiyle açılışını yaptı.


Karşı kıyıya ulaşamamak üzerine somut ve soyut imgelemelerin harmanlandığı, politik söyleminin de eksik edilmediği bir dışavurum öyküsü. Filmde Bilal’in yaşadığı engeller aslında somut olarak görebildiklerimizin yansımasıyken, Simon’un tarafından bakıldığı zaman da benzer acılar ve çaresizliklerden ibaret bir yaşam sürdüğümüzü görebiliyoruz. Sadece hepimizin sınırı vardır gerçeğiyle örtüşen ve ardından bu sınırları ne kadar zorladığımız noktasında farklılaşan hayatlara dair ayakları yere sağlam basan bir güzelleme diye de nitelendirebiliriz. Emek sineması gerçekten sessizliğinde bile büyük bir yok olma ve ardından da dirilişi duvarlarında, sahnesinde, perdesinde, fuayesinde barındıran bir festival mucizesiyken tüm bu duyguların yerli yerinde anlatıldığı Hoşgeldiniz ile tarifi zor bir katarsis mevcudiyetini de kaçınılmaz kılıyor. Yaşayan, nefes alan, zaman zaman çığlık attığını hissetiğiniz mekanlar varsa eğer benim için de Emek Sineması bu durumun en somut örneği olacaktır. Sığınma ve göçmenlik olgusunun Fransız Hükümeti’nin çeşitli dayatmaları altında daha da çekilmez bir noktaya ulaşmasıyla sanki tarihi sinemamızın duvarları kabardı, kabardı, ıslandı... İlk defa bu sinemada mükemmel bir ses sistemi olmamasına sevindiğimi söyleyebilirim. Tekrar filmimize ani bir dalış yapacak olursak farklı hayatlar ama benzer yorgunluklar tamamen aynı olmayan ama birbirine paralel duran duygularla tasvir edilmiş. Zaman zaman birbirini bütünlüyor bu hayatlar. Simon’un ilk başlarda boşanmak üzere olduğu eşini etkilemek için Bilal’e yardım etmeye çalışması, sonrasında vicdani hesaplaşmalarla karışık gibi gözüken bir kompozisyona dönüşüyor. Ama vicdani sorgulamada dahi kişisel bir çıkar söz konusu olabilir. Aslında Simon kendisi için hiçbir şey yapamadığı için Bilal’in hayatını onarmaya çalışıyor. Kendisinin karısına ulaşabilmek için geçemediği kaldırımın taşlarını tamamen söküp Bilal’in önüne dizmeye başlıyor. Böylelikle de Bilal’in hayatının sürüklendiği kaçınılmaz anlamsızlık gitgide büyüyor.


Filmi sanki Fransa’da yaşayan bir Türk yönetmenden izliyormuş hissine kapılıyorsunuz. Tıpkı bir Fatih Akın filmi izlermiş gibi. En az onun anlattığı kadar sert söylemleri de var üstelik. Aradaki fark Philipe Lioret’in hikayesinin Fatih Akın sinemasına nazaran daha dingin bir şekilde finale yaklaşıyor olmasında saklı. Ama insani boyutunda çok büyük benzerlikler var. Yönetmen Simon’un hayatının paralelinde bize Bilal’in hayatının fotoğrafını gösteriyor. Hassas izleyicilere gözyaşlarını tutabilecekleri sözünü veremeyeceğim. Zira filmi izlerken yanımdaki iki bayanın burunlarını çektiklerine şahit olmamın akabinde ben de kendimi onlara eşlik ediyor olarak buldum. Müzikler de ne çok fazla çarpıcı ne de hikayenin altında ezilir cinsten olmamasıyla güzel bir damak tadı yaratmış.


Film bittikten sonra üç tane Türk oyuncu huzurlarımıza çıktı. Derya Ayverdi gazetede gördüğü bir ilan sonucunda elemelere katılmış ve daha sonra bu rolü almış. Sonrasında kendisine Bilal karakteri için önerebilecekleri biri olup olmadığı sorulduğunda da kardeşi aklına gelmiş ve denemeler sonucunda Fırat Ayverdi de Bilal rolünü sırtlanmış. Bu hikayeyi Derya Hanım’ın ağzından dinlemek de ayrıca keyifliydi. Hoşgeldiniz filmiyle Türkiye’ye geldikleri için ayrı bir hoşgeldiniz gönderelim onlara da.

Festival devam ediyor ve biz de yolculuğumuza kaldığımız yerden devam edeceğiz.

Görkem (08/04/2009) Puan 100 Üzerinden 84

Yönetmen: Philippe Lioret
Senaryo: Emmanuel Courcol, Olivier Adam, Philippe Lioret
Görüntü Yönetmeni: Laurent Daillant
Müzik: Armand Amar, Wojciech Kilar, Nicola Piovani
Oyuncular: Vincent Lindon, Fırat Ayverdi, Audrey Dana, Derya Ayverdi, Fırat Çelik
Yapım: 2009, Fransa, Renkli

2 Nisan 2009 Perşembe

1 GÜNDE NELER YAPILMAZ Kİ
Groundhog Day Üzerine...

Phil: You know what today is.
Rita: What?
Phil: Today is…Tomorrow…


                                        

Geçen gün gözlerim kapanmak üzere kanallarda gezinirken bilmem kaçıncı kez izleme şansı elde ettiğim bir film çıktı karşıma. Kimi zaman rahatsız edici ama eğlenceli, basit öyküsünün içine ustaca yerleştirilmiş kıvrak kurgusuyla içinde ekonomik oyunculuğuyla Bill Murray’nin de bulunduğu “Grounhdog Day”. Nam-ı diğer “Bugün Aslında Dündü”. Türkçe çevirisi orjinaline göre bambaşka olan filmlerden yerli yerinde olanına az rastlanır. Bu film işte o az rastalanan cinste olanlardan.

İtici, insanların antipatisini kazanmış olan bir gazeteci ve iki arkadaşı her yıl düzenlenen bir festivali görüntülemek ve üzerine haber mahiyetinde bir şeyler çıkarabilmek amacıyla bir günlüğüne küçük bir kasabayı ziyarete gelirler. Ama Phil Connors’un başına öyle umulmadık bir şey gelir ki sanki cezalandırılırmışçasına aynı günü tekrar tekrar yaşamaya mahkum olur. Bu hareketli senaryonun çıkış noktası da sonu da bilimsel gerçeklikten uzak ve belirsizlik kurgusu içindedir. Zaten hikayenin belli noktalarına derin anlamlar yüklenmeye çalışılmış olsaydı aynı günü yaşamanın tekdüzeleşmiş anlatım biçimiyle cevaplar aranmaya çalışılan bilimkurgu olay örgüsü iç içe geçmiş olacaktı. Bu da bizim neye odaklanmamız gerektiği konusunda yönetmen Harold Ramis’i sıkıntıya sokmuş olacaktı. Keza filmin daha sonradan yapılan yeniden çevrimlerinde böyle bir handikap söz konusu. Harold Ramis bu filmde neyi anlatacağını çok iyi tasarlamış. Ne bir eksik ne bir fazla. Her şeye bir cevap bulmamız konusunda da muhalif bir tavrı olduğunu söyleyebiliriz. Aynı günü defalarca yaşamanın arkasında hayatımızın bizim elimizde olduğu ve değişimin de gözlerimizi açıp etrafa baktığımız müddetçe gerçekleşebileceğini minimal bir üslup yakalayarak anlatmış. Andie Mac Dowell’a ise insan hakları savunucusu, iyimser, pozitif düşünce kaynağı görünümü çok yakışıyor. Phil Connors aslında bu kadının hayatına girebilmek amacıyla kendini keşfetmeye doğru bir yolculuğa çıkıyor. Zamanın sürekli kendini tekrarlamasından da öte filmin bambaşka dertleri olduğunu bu noktada kavrayabiliyoruz. Başkalarını mutlu etmenin yolu kendimizi tanımaktan geçer ve bunu başarabildiğimiz ölçüde yaşadığımız anın da kıymetini bilebiliriz. Aslında bunu anlatan yüzlerce film örnek olarak gösterilebilir. Ama bunu anlatmak için seçtiği çıkış noktası ve üzerine harmanlanan ince kurgusu sayesinde diğerlerinden açık ara farkla ayrılıyor Groundhog Day.


Yarını kurgulamak için bugüne sarılmanın vazgeçilmezliğini fantastik ama bir o kadar da sanki gerçekmiş gibi hissedebileceğiniz bir filmle yaşamak istiyorsanız bu filmi mutlaka izleyin. Filmden sonra kulağınıza defalarca Sonny & Cher ikilisini şöhrete kavuşturan “I Got You Babe” şarkısının çalınacağını da hissedeceksiniz.

Görkem (02/04/2009)

Puan 100 Üzerinden 81

Yönetmen: Harold Ramis
Senaryo: Danny Rubin, Harold Ramis
Görüntü Yönetmeni: John Bailey
Müzik: George Fenton
Oyuncular: Bill Murray, Andie MacDowell, Chris Elliott, Stephen Tobolowsky
Yapım: 1993, ABD, Renkli