“Noi Albinoi” Üzerine…
Buzlarla kaplı bir coğrafyada olduğunuzu düşünün. Büyükannenizle yaşamak zorundasınız ve normal insanlar gibi sabahları saati kurarak uyanmak yerine büyükannenizin havaya sıkacağı tüfekle uyanıyorsunuz. Mezar kazarak para kazanmanın yanında oldukça da zekisiniz. –Zeki olmak tüm bunlara katlanmayı zorlaştırabilir.- Uçamayan sinekler, bulunduğunuz iklim kadar soğuk olan fal yorumları ve alkolik bir baba… Yetmediyse tüm bunların üstüne okulda da anlaşılamamayı ekleyin. Anlaşılacağı üzere bulunduğunuz konuma oldukça fazlasınız.
Noi’nin trajedisi uçamayan küçük bir sineğinkinden farksızdır. İkisi de birbirlerine dönüşmüşlerdir. Bakılan fallar bile umutsuzluğa işaret ederken belki Kafkaesk bir bakış bile daha iyimser kalabilir. Filmin karanlık bir mizahi üslupla, çok da ciddiye almadan ama fazlasıyla da etkileyici bir yöntemle yaptığı sistem eleştirisi de okul müdürü ve Noi arasında geçen konuşmada kendisini gösterir. Çoğu zaman anlaşılmak için kendini ifade etmenin ne kadar anlamsız olduğu bu sahnede iyice belirginleşir. Dagur Kari ve Tomas Lemarquis belli ki oyuncu ve yönetmen kimyası son derece uyumlu ikililer arasına girmeye adaylar. Sanki yönetmen sırf Noi’yi anlatmaya çalışmış ve yan karakterler de sadece Noi’nin çıkmazını daha iyi ifade edebilmek için sonradan eklenmiş unsurlar.
Aslında garip bir mizahi durum betimlemesi var Noi Albinoi’nin. Ama koltuğunuza yayılıp o kadar da rahat izleyemiyorsunuz. Buzlar ülkesinde babaannesiyle yaşayan Noi’nin hayalleri hep kaçmak üzerine kurulu. Engeller de çoğu zaman üstesinden gelinebilecek güçte değil. Şehir hayatının sıkıcılığı, kasveti üzerine alternatif bir hiçlik tasviri yapıyor Dagur Kari bize. Aslında tüm o kabına sığamamalar, isyanlar aynı cinsten. Noi’nin kapalı olduğu kutudan, evrensel bir yalnızlık ve bunun ötesinde boşluk hissinin görsel sunumuna tanık oluyoruz. Mekan tasarımı konusunda yönetmeni kutlamak isterdim şayet filmin en önemli beslendiği kaynak doğal görselliği. Çok fazla el değmesine gerek olmayan bir atmosfer kuvvetine sahip.
Karakterler üzerine yoğunlaştığımızda Noi’nin kısmen iyimser bakış açısı yerini “Voksne Mennesker(2005)” de Daniel’in duyarsızlığı ve buna bağlantılı umutsuzluğuna bırakıyor. Dagur Kari, iyimserliğin duyarsızlığa dönüşümünü filmografisinde adım adım işleyen bir yönetmen olarak sosyolojik oluşumların şekillendirilmesine dair özgün bir söylem geliştirmiş. Ama Noi’nin duvarları yıkılamayacak derecede sağlam. Bu noktada da Dagur Kari’nin kendini demlendirdiği apaçık ortada. Zamanı geldiğinde sanki ondan hiç beklemeyeceğimiz bir üslupla “zincirlerin kırılışı” öyküsünü dinleyeceğiz. Michael Haneke’nin “Der Siebente Kontinent (1989)” inde tüm aile fertlerinin yaşamaya özlem duydukları dünya, filmde ara ara gördüğümüz hareketli kumsal fotoğrafı ile bütünleştirilirken; Noi Albinoi’nin son karesinde de Noi’nin baktığı bir kumsal fotoğrafı, her şeyin yok olduğunu hisseden seyirciye aslında umudun özümüzde hep yaşadığını ifade etmeye çalışıyor. Haneke’nin fotoğrafı bize çözümün varlığını ortaya koyarken Kari’nin fotoğrafında kocaman bir boşluk karşımıza dikiliveriyor. Bu ayrımın fotoğraflar arasındaki aksiyon farklılığından da anlaşılabileceği aşikar.
Kıssadan hisse içsel bir yolculuğun Avrupa’nın kuzey mi kuzey bir versiyonu bizi selamlıyor. Noi’nin taşra hayatının çıkışızsızlığına saplanmış kaçış öyküsünde ifadelerdeki donukluğa ve kendine has harmanı olan mizah anlayışına rağmen içimizdeki göçmen ruhu bulabilmek mümkün.
Görkem (Puan: 100 Üzerinden 90)
Yönetmen: Dagur Kari
Senaryo: Dagur Kari
Görüntü Yönetmeni: Rasmus Videbaek
Müzik: Dagur Kari, Orri Jonsson
Oyuncular: Tomas Lemarquis, Throstur Leo Gunnarsson, Elin Hansdóttir, Anna Fridriksdóttir
Yapım: 2003, İzlanda-Almanya-Danimarka
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder